Gelişen Şırnak'ın Güçlü Sesi...Şırnak Haber  

Şırnak Haber

   

Anasayfa   I   İletişim   I   Şikayet Dilek   I   Açılış sayfası yap   I    Sık kullanılanlara ekle  

   

 TOKİLERİN KURA ÇEKİM TARİHİ BELİRLENMELI ARTIK     MUSİAD'TAN AÇIKLAMA...    MAÇ TARİHİ BELLİ OLDU.    MUSİAD'TAN AÇIKLAMA...    MAÇ TARİHİ BELLİ OLDU.    “TEFECİLER VE TEFE TÜFE ÜZERİNE…!”EDİ BESE…!    FİNAL FARKI...  

 
   
 
        Güneydoğu
        Türkiye
        Dünya
        Politika
        Ekonomi
        Eğitim
        Spor
        Sağlık
        Bilim Teknoloji

 

 

        Çok Okunalar

  TOKİLERİN KURA ÇEKİM TARİHİ BELİRLENMELI ARTIK

  MAÇ TARİHİ BELLİ OLDU.

  MUSİAD'TAN AÇIKLAMA...

  MUSİAD'TAN AÇIKLAMA...

  MAÇ TARİHİ BELLİ OLDU.

 

"YETER DİYELİM HEP BERABER!"

 

1.4.2010 01:36:39

 

 

 

 
 
"Çözümler konusunda çok çeşitli öneriler olabilir ancak bence başlangıç kendimize bakmakla olacaktır. Çünkü herkes bir biçimde sorumlu bu sonuçtan."

1) 9-10 Kasım'daki olaylardan önceki süreçte bölgede yaşanan insan hakları ihlallerini düşündüğümüzde sizce Şemdinli'de yaşananlar önceden kestirilebilir miydi?

Elbette bölgede yaşayan herkes 2005 baharından itibaren farklı bir döneme girildiğini hissetmeye başladı. Mart ayından itibaren bölgenin güvenlik iklimi değişmeye, tansiyon yükselmeye başladı. Çok yoğun askeri personel ve araç sevkiyatı, artan yol kontrol noktaları, sıklaşan yol aramaları ilk işaretlerdi. Haziran ayı ile beraber bunları Hakkari il  merkezinde akşam saat sekiz itibariyle başlayan kimlik ve üst aramaları, önceki üç yıl boyunca şehir içinde resmi kıyafetleri ve araçları ile nadiren gördüğümüz Özel Harekat Timlerinin yeniden ortaya çıkışı ve insanları her yerde tedirgin eden rahatlık ve özgürlükleri, yeniden başlayan kar maskeli timlerle geceyarısı ev aramaları izledi. Halk bunlardan duyduğu rahatsızlığı çeşitli biçimlerde dile getirdi. Hatta kar maskeli timlerce yapılan usulsüz ev aramaları şikayetlere konu oldu.

Ardından olaylar başladı: Hakkari şehir merkezinde Temmuz ayında araçlarında meydana gelen patlamada çok üzücü bir biçimde parçalanarak ölen iki asker… Ağustos ayında sadece otopsi tutanağı bile ölümüne dair resmi söylemi yalanlamaya yeten Yusuf Yaşar isimli vatandaşın öldürülmesi… Kaçırılıp işkence edildikten sonra serbest bırakılan Ali… Resmi gorevlilerce tehdit edilen Mehmet Tahir… Ve daha baska bir çoklar
ı
izledi.  Ve elbette  son olarak Hakkari ve ilçelerinde meydana gelen 16 patlama…

Bunlar aslında yeterli işaretlerdi ancak 17'ncisine kadar, Şemdinli olaylarına kadar, kimse dönüp buraya bakmadı bile…

2) a) Uzman Çavuş tahliye edildi. Sizce Şemdinli olayının incelenme, soruşturma ve yargı aşamaları nasıl ilerliyor?

Dosya ikiye ayrıldı ve Tanju Çavuş'la ilgili dosya Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Kendisi ilk duruşmada da tahliye edildi. Hem dosyanın Hakkari'ye gönderilmiş olması, hem de Hakkari'de en basit suçlamalarda dahi başka kişiler aylarca tutukevinde bırakılırken; delillerin tamamı toplanmadan ve karartilma tehlikesi/şüphesi varken Tanju Çavuş'un tahliye edilmesi en hafif deyimle halka güven vermiyor.

Şemdinli olaylarından dolayı tutuklu bulunan diğer  üç kişi ile ilgili dosyanın akibeti ise meçhul. Soruşturma dosyası hakkında gizlilik kararı var. İlk andan itibaren soruşturmanın sağlıklı ve tarafsız yürütüleceği konusunda kamuoyunda ciddi şüpheler var. Bu dosyanın da derhal tahliye kararı verecek, seri yargılama yapan herhangi bir Ağır Ceza mahkemesine gönderilmeyeceğinin garantisi yok.

Suçüstü yakalanıp güvenlik güçlerine teslim edilenler, olayın vehametine rağmen, hemen tutuklanamıyorlar; ancak Şemdinli'de "kamu malına zarar verilmesi"nden dolayı yapılan soruşturma çok hızlı bir biçimde ilerliyor ve altı kişi hemen tutuklanabiliyor.

Bunların tümü benim gibi hukukla ilgili birçok kişiyi şu aşamada ciddi olarak kaygılandıran ve şüphelerin artmasına neden olan gelişmeler. Fakat bekleyip göreceğiz, belki biz haksızlık ediyoruz. Sağlıklı ve adil bir yargılama yapılabileceği umudumu, daha doğrusu dileğimi içimden atamıyorum. Zira yapılacak yargılamanın rengi bizlerin geleceğinin renginin ve demokrasiye olan inancımızın derecesinin de göstergesi olacak.

b) Sivil toplum bu sürece yeterince dahil oldu mu? Bu konuyu
araştırmak üzere Meclis Araştırması Komisyonu kurulması sizce yeterli bir adım mı?


Meclis Araştırma Komisyonu'nun durumu meydanda. Üyeleri birbirinden gizli tanık dinleyen ve parti çıkarlarını ve çatışmalarını inceledikleri konunun üstünde tutan bir komisyonun çalışmasından ne umulabilir ki. Ayrıca, Komisyon'un yayımlayacağı raporun hukuki anlamda bir bağlayıcılığı ve sonuç, çözüm üreten bir özelliği yok.

Sayın Başbakan'ın daha etkili ve yetkili bir araştırma ve inceleme komisyonu oluşturma yetkisi kanunda mevcut. Oysa böyle bir yola gidilmedi.

Şemdinli olaylarından sonra aslında sevindirici olarak nitelenebilecek gelişmeler de yaşandı. Şemdinli'de deşifre edilen timin şu anda tutuklu olması bir taraftan bölge insanlarını sevindirirken, öbür yandan arabadan çıkan listeler çok büyük bir güvensizliğin ve artarak devam eden bir korkunun sebebi. Dosyanın tanıkları korkularını ve tedirginliklerini her yerde dillendiriyorlar. Tanju Çavuş'un tahliye edildiğini gördükten sonra hukuk sistemine ve Başbakan ve öteki devlet yetkililerinin verdikleri teminatlara güvenini tamamen yitirip pişman olduklarını söyleyenler dahi oldu. Bu yaygın kaygıların büyük bir bölümü, halka yalnız olmadığının, ülkede adalet arayışında ısrarlı başka yurttaşların, dostlarının varlığının hissettirilmesi ile bir nebze hafifletilebilir.

Nitekim olaydan sonra Türkiye'de bazı kesimlerde gelişen ve Şemdinli'ye ziyaretlere varan tepki ve dayanışma duygusu, bölgede bütün sıcaklığı ile hissedildi. Bölgeye gelen tüm gruplar büyük coşku ile karşılandı. Fakat en büyük coşku gösterilen ve umut bağlanan, Sayın Gencay Gürsoy ve arkadaşlarının "Türkiyeli Duyarlı Vatandaşlar" olarak yaptığı ziyaretti. Şemdinlililer “Aydının Şavkı Vurur Şemdinli’nin üstüne” dövizleri ile karşıladıkları kişilere bağladıkları umutlarını canlı tutmaya çalışıyorlar.

Ilk andan itibaren, olayın, olumlu veya olumsuz, gündemde tutulmasında medyanın da büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Ne yazık ki bu ilgi ve katkılar, Ağca olayındaki kadar olumlu ve sonuç verici olamadı.

Olayın sıcaklığında meydana gelen toplumsal tepki ve dayanışma ruhunun kısa süreli olması ve olayın tozlu adliye raflarına terk edildiği gibi bir imajın belirmesi bölge insanında çok ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. Yine "oradaki" kimliksiz vatandaş statülerine döndüler.

3) Türkiye'de AB süreciyle birlikte demokratikleşme yönünde atılan adımların büyük ölçüde hukuki reformlara dayandığını görüyoruz. Öte yandan Orhan Pamuk davasını, Şemdinli'yi düşündüğümüzde bu adımların etkililiği konusunda zihinlerde şüphe işaretleri oluşuyor. Sizce bugün Türkiye'de hukuk, demokratikleşmenin kaldıracı olacak bir potansiyele sahip mi?

Bütün eksikliklerine karşın, (ki sayısı çok ve mutlak olarak değişime ihtiyaç duyan kanunlar ve maddeler var) demokratikleşme paketleriyle getirilen değişiklikleri bu ülke için çok değerli buluyorum. Bu değişikliklerin gerekli biçimde ve yerinde uygulanması durumunda azımsanmayacak bir düzelme olacağına inanıyorum.

Ancak bu düzelme elbette sadece hukukçularla olmayacak, esas olarak yasaların uygulayıcısı durumunda olan adalet teşkilatı, polis ve jandarma teşkilatında yer alan kişilerin zihniyetlerinin, hayata ve başkalarına bakış açılarının değişimi ile sağlanabilecek.

Bu teşkilatlardakiler kendilerini ülkenin mutlak sahipleri, en vatanseverleri olarak görüp, karşıdakilerin tümünü zararlı mahlukatlar olarak görmekten vazgeçtiğinde, herkes yasaların kendisine verdiği görev ve ödevileri iyi kavrayıp o çerçeve içinde hareket ettiğinde, sorunun küçüsenmeyecek bir kısmı da çözümlenebilir diye düşünüyorum.

Ancak asıl sorun zihniyet sorunu. Demokrasi bir hazmetme ve tahammül gösterme, ötekileştirip, yabancılaştırıp dışlamama rejimi. Bu ülkede çocuklar kendisinden olmayanı sürekli yabancı, öteki ve tehlikeli gören bir kültürle, terbiyeyle hayata hazırlanıyor. Düşman ve düşmanlık temel süzgeçler burada. Kendilerinden olmayan herkes bu süzgecin üstünde kalıyor, en azından dışlanıyor.

Sizler kağıtlardaki kanunları dünyanın en modern ve en insani normları ile süsleyebilirsiniz. Ancak bu normları ülkenin her köşesine, devletin her memuruna hakim kılmazsanız, hayatı değiştiremez, renklendiremezsiniz.

Bu normlara karşı sürekli ve inatçı kalkan olan zihniyeti sarsamazsanız, neye yarar ki bu güzelim değişimler ve reformlar?

Koyduğun en insani ve adil normlara karşı her dakika bölünme fobisi ve düşmanlarca ele geçirilme psikolojisi ile bir mazeret bulunur. Ya "Toplumumuz hazır değil," ya "Tehlikeli bir bölgedeyiz," ya da "Kürt sorunumuz, terörle mücadelemiz zarar görür" gibi kalkanlar hemen önünüze çıkarılır ve derhal attığınız adımdan geriye bir-iki adım attırılır.

4) Son MGK toplantısında zorunlu göç sorunu bir iç güvenlik sorunu olarak gündeme alındı. Sizce bu tür bir yaklaşım sorunun çözümünde etkili adımların atılmasına ne oranda etki eder?

Bir askeri makam bir şeyi "İç Güvenlik Sorunu" olarak adlandırdığında bir çok insanın aklına hemen "Acaba bunu nasıl bir çözüm izleyecek" diye bir çok soru işareti oluşuyor. Çünkü ardından hemen askeri tedbirler ve o tedbirlerin etkinliği ve baskınlığının gelmesi kaygısını taşımaya başlıyor insanlar.

Bakın sorununun "Kürt Sorunu" olarak tanımlaması dahi başlı başına bir sorundur. Kürtler bu ülkede Anayasa gereği güya eşit ve özgür vatandaş sayılıyorlar ama isimleri durmadan ve neredeyse yalnızca "sorun"la birlikte anılıyor, insanlar "sorun" olarak tanımlanıyorlar. Belki de "sorun" olarak tanımlandıkları için, gerçek sorun çözümsüz kalmaya devam ediyor.

İşte biraz da bu yüzden "İç Güvenlik Sorunu" tanımlaması beni endişeleniyor. Yoksa Kürtlerin yerlerinden koparılması sonucu ortaya çıkan göç sorunu bu ülkenin en can yakıcı sorunudur. Kürtlere "ödettirilen" en ağır bedel budur.

5) "Hakkari Mayın ve Çatışma Artıklarına Karşı Bilinç Oluşturma
Grubu"nda çalışıyorsunuz. Bölgedeki mayın ve savaş artıkları
sorunundan ve grubunuzun yürüttüğü çalışmalardan bahseder misiniz?

Hakkari'de ve bölgedeki en yakıcı problemlerden, kanayan yaralardan biri Mayınlar ve Patlamamış Çatışma Atıklarıdır. Hem siviller, hem de askerler için gittikçe büyüyen bir tehlike. Mayın her an, herkesi mağdur edebilen; adres, isim, cinsiyet, milliyet sormayan bir silah. Mayınlar ve patlayıcılar hergün insanları öldürmeye, sakat bırakmaya devam ediyor.
Ne bir harita var, ne de bir uyarı, bir işaret. Ne de insanlara bu silahlardan nasıl korunabileceklerini öğretecek birileri. Köye dönüşlerin başlamasıyla artan ölüm oranları, sorunun çok daha yakıcı hale geleceğini gösteriyor.

Devlet 2004 yılının Mart ayında resmen yürürlüğe giren Ottowa Karamayınları Sözleşmesi uyarınca bir takım yükümlülükler altındadır. Ancak bölgede henüz mayınlı bölgelerin belirlenmesi, işaretlenmesi, temizlenmesi gibi herhangi bir çalışma yapılmış değil, gerekçe olarak da çatışmaların sürüyor olması gösterilmekte.

Ben avukat olarak sürekli biçimde mağdurlar ve yakınları ile yüz yüzeyim. Böyle bir sorunun varlığını ve ciddiyetini insanlara anlatmak, insanlarda duyarlılık yaratmak için 2004 Ekiminde grubumuzu oluşturmaya karar verdik. Halen Hakkari ve çevresinde mayın ve patlamamış çatışma atıklarından zarar gören sivillerin sayısını saptamaya yönelik bir anket çalışması yürütüyoruz. Sonuçlarını Mayıs ayında tüm Türkiye ile paylaşacağız ancak şimdiden çok çarpıcı sonuçlar elde ettiğimizi ve tahminlerimizden çok daha üstünde, insanı ürperten, insanın içini acıtan bir tabloyla karşılaştığımızı söyleyebilirim. Çalışmalarımız bu yıl da devam edecek.


6) Bildiğimiz kadarıyla 2003'te "Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Kadının Topluma Etkin Katılımının Desteklenmesi" projesinde çalıştınız. Hakkari'de yaşayan bir kadın olarak, kadınların topluma etkin katılımında Hakkari'de ne tür sorunlar gözlemliyorsunuz?

Şunu söyleyebilirim ki sıkı aşiretsel/geleneksel yapının kadınlara yönelik kırılmaz-bükülmez bir takım gayrı insani kuralları, bölgenin kapalı yapısı ve özgül koşulları, kadının toplumsal hayata etkin katılımını engellemektedir.

Dil ve eğitim de diğer bir engel. Doktora derdini anlatamayan kadın çok, bir bakkala gitmeye cesaret edemeyen kadınlar tanıyorum. Hayatı cenderelerde ve etrafına örülen hapishanelerde geçiriyor kadınlar burada. Aslında onlar kendi hayatlarını yaşıyor denemez.Insan,  üzerinde hiç kontrolü olmayan bir hayata kendi hayatı diyebilir mi?

Burada
ülkenin diğer yerlerinden farklı olarak, devletin görünen veya görüntülenen ve zihinlere kazınan şiddet yanlısı imajı ve kendilerini hep öteki, yabancı gören yapısı da, kadınların dışarıya çıkmasında, hayata karışmasında engel durumda. Zira kadınlar eşini döven, çocuğunu tutuklayan ve yakınına işkence eden devlet imajını zihinlerinden atabilmiş değiller, çünkü onlar hep evlerindeler.

Hayatlarındaki öfkenin yönü şu anda kendileri ve cinsiyetleri dışında, kimliklerinden dolayı maruz kaldıkları ve yaşadıkları gerçekler… Kadın olmaktan gelen sorunlarla uğraşmak, onların üzerinde düşünmek bunların yanında biraz lüks geliyor bir çoğuna. Onları cinsiyet ve kadının insan hakları kavramlarını konuşurken değil, daha çok bir genel aftan söz ederken görmek sanırım yaşadıklarının yoğunluğunda saklı.

Çoğunun duvarında, ya ölmüş veya cezaevinde yıllardır beklediği bir sevdiği, kocası, çocuğu veya kardeşinin resmi var. Kadınlar o resimlere bakarak güne başlıyorlar. Bu hem kadınları korkutuyor ve hayattan uzaklaştırıyor; hem de kendilerini bir karşı koyma ve direniş yolu aramaya itiyor.


Bunu bilmek de beni korkutuyor. Izlediğim bir belgeselde çocuklarını cihad için, şehid olmak üzere yetiştiren anneleri görmüştüm, hiç zihnimden atamadığım bir belgeseldi o. Beni sarsıp ürkütmüştü.

7) Kadınlar erkeklerden farklı olarak ne tür hak ihlalleriyle
karşılaşıyorlar? Kadınlar haklarını biliyorlar mı? Haklarını hangi
yollarla öğrenebiliyorlar? Bu konuda sizce ne tür çalışmalar
yapılmalı?


Kadınlarin çok büyük bir bülümü ne yazık ki haklarından bihaberler. Ben bana ulaşanlara, ulaşabildiklerime kendi dillerinde anlatıyorum veya girdiğim ortamlarda anlatmaya çalışıyorum, ancak bu tabii ki yeterli değil. Bir radyo programi yapma düşüncemiz vardı Hakkari'nin tek özel radyosunda. Ancak kadınların çoğu Türkçe bilmiyor, yasal engeller ortada ve bizlerin de Kürtçe bir program yapmak gibi bir imkanımız yok. Kanımca, TRT'in Kürtçe yayına başlaması durumunda yapacağı en önemli proğramlardan biri kadınlara haklarını ve kendileri için hukuki koruma sağlayan kuralları Kürtçe anlatmak olmalıdır.

Ancak şunu da görmek gerekiyor ki devletin özellikle kadınların kafasında yıpranan, tartışmalı imajı nedeniyle, devletten gelen her şeye kuşku ile bakılıyor. Mesela görüştüğümüz kadınlara özellikle aile planlaması, kızlarının okula gönderilmesi, kendilerinin okuma-yazma kurslarına katılmalarına dair telkinlerde bulunduğumuzda kuşkuyla karşılanıyoruz. Aile planlamasını, Kürtlerin nüfusunu azaltma yöntemi, kızların okula gitmesini ise Kürt dilinin gelecek kuşaklara aktarımının engellenmesi olarak gören kadınların sayısı az değil.


8) Milliyet'teki röportajınızda 90'lardaki iç savaş şartlarında
yaşanan günlerde bile Türk-Kürt ayrımı olmamasına rağmen son dönemde Hakkari'de bu ayrımın çok hissedildiğinden bahsetmişsiniz. Ve Kürtlerin
dertlerinin ne olduğunun bilinmediğinden söz etmişsiniz. Bölgede kalıcı barışın sağlanmasında halklar arası dialogu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu nasıl sağlanabilir?

Kürtler tarihlerindeki en büyük yıkımı yaşadılar ve yok olmakla karşı karşıyalar Türkiye'de. Kendi dilleri yasaklanan, evleri yıkılan, köylerinden ve yurtlarından sürülen, yüzlerce çocuğunu kaybeden insanlardan bahsediyorum. Artık kaybedeceklerinin yüreklerinde yara açacak yeri kalmayanlardan bahsediyorum. Bu insanların tahammül sınırlarının çok fazla zorlandığını ve her an kolaylıkla öfkeye kapılabileceklerini, siz de biliyorsunuz.

Acılarına, sızılarına hiç değilse kulak vermek yerine; Kürtlerin daima “düşman,”  “yük,” “bela,” “sorun” gibi görülmeleri, yazılı ve görsel medyada sürekli ülkeye ne kadar zarar verdiği, bir “kambur” olduğu olgusu işlenir ve insanların beyinleri böyle safsatayla doldurulursa ben ortaya çıkacak tablodan çok fazla ürkerim. Bir tarafta köşeye sıkışmış, her şeyi alınmış biri, diğer tarafta kendilerini her şeye ve ülkenin her karışına sahip gören ve “başlarına bela olanlar”dan kurtulmaya çabalayanlar… Iki kutup…

Evet korkuyorum çünkü devletin "Kürt sorunu" tanımlaması, vatandaşa, topluma Kürtlerin kendilerini sorun olarak gören bir zihniyet halinde yansıyor; sanki bu ülkenin sorunu Kürtlermiş gibi görülmeye başlandı. Sanki Kürtler birer "Güvenlik problemi" ve hatta “çözümsüz bir güvenlik sorunu” olarak görüldüler. Şimdi ise bu Başedilmez Güvenlik Problemi, güvenlik güçleri dışında tüm sivillere de havale edildi; tüm vatandaşların evlerine sokuldu. Yani, "Bu ülkenin gariban vatandaşları kalkın ve devletinize yardım edin…" İşte bu noktada gerisini varın siz düşünün… Daha ne diyeyim?


Çözümler konusunda çok çeşitli öneriler olabilir ancak bence başlangıç kendimize bakmakla olacaktır. Çünkü herkes bir biçimde sorumlu bu sonuçtan. Suskunluğumuzla, kabullenişimizle ve sessizliğimizle ortağıyız bu sonucun. Elbette istediğimiz geleceği şekillendirmek de bizlerin elinde. Artık birilerine havale edecek bir sorun değil, hepimizin kapısını bir sureti ile çalacak bir sorun bu. İşte bu noktaya gelebilirsek ve sorumluluğumuzu samimiyetle kabullenirsek, belki sorunun çözümümde bir adımlık mesafe alınabilir. Tabi ki ikinci en önemli adım da Kürtleri SORUN olarak görmek zihniyetini sarsmakla atılacak ve sonrası ise onları dinlemek, duymak ve ONLARIN SORUNLARINI ANLAMAYA ÇALIŞMAKLA çözüme gidilecektir. Tabi Yasalarda  yer alan Eşit Vatandaşlık kavramını kağıtların üzerinden biraz hayata taşıyıp resmetmekle ve bunu hazmetmekle sonuca yaklaşabilecektir bu ülke. Bilinmelidir ki Kürtler bu ülkenin GÜVENLİK GÜÇLERİNE HAVALE EDİLECEK BİR SORUN DEĞİLDİR. BELKİ HERKESİN SUSKUNLUĞU İLE ONAYLADIĞI, İNKAR VE DÜŞMANLIK ÜZERİNE KURULU POLİTİKALARIN SORUN HALİNE GETİRDİKLERİDİR. Eh artık böyle yürümüyor bu ülke daha kaç genç insanını toprağa gömecek… YETER DİYELİM HEP BERABER BUNA, ZAMANI GELDİ BUNUN. Hepimiz bu soruna elimizi dokunduralım…

* Bu röportaj, Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü tarafından Av. Rojbin Tugan ile Dünya Kadınlar Günü nedeniyle 8 Mart 2006 tarihinde yapılmıştır.

 

 

        

Bu yazıya 1 adet yorum yapıldı.

 

   Diğer Yazılar                                             Yazarın Tüm Yazıları..>>

  "YETER DİYELİM HEP BERABER!" 1.4.2010 01:36:39
  "DİYARBAKIR ZİNDANI!" 25.11.2009 03:06:03
  Anadilimin ahı 7.10.2009 17:19:51
        Yorumlanan Haberler

 

        Şırnak'ta Hava Durumu

CİZRE'DE HAVA DURUMU  CİZRE'DE HAVA DURUMU  CİZRE'DE HAVA DURUMU

 

        Yararlı Linkler

T.C.Kimlik Numarası

Emekli Sandığı İşlemleri

Vergi Kimlik No.

SSK İşlemleri

BAĞKUR İşlemleri

Resmi Gazete

 

        Site İçi Arama

 

        Ziyaretçi Sayımız

2338009

 

 
 
 
 

 

Gelişen Şırnak Haber

Adres: Atatürk Mah. Bayındırlık Eski Binası Tel-Faks :+90 486 216 58 88 Merkez / ŞIRNAK - Türkiye
© Copyright Şırnak Haber 2004 Tasarım:Faruk GÜNEŞ

Şırnak Haber